16 Kasım 2009 Pazartesi

IŞIĞIN YERYÜZÜNDEKİ DANSI


IŞIĞIN YERYÜZÜNDEKİ DANSI


                                                       “Biraz daha ışık”    
                                                                     geothe


Işık evrenin yegane sırrıdır. Her yer onunla doludur. Ama insan bunun ne olduğunu anlamada muktedir olma noktasında en önde gelen canlıdır. Bilinen evren boyutunda insanın üzerine bilgili bir canlı çeşidi henüz keşfedilmemesinden bugün en güçlü aday o görünüyor. Ama gerçekten insan buna muktedir mi dir?

İnsan algı süreçlerinde evreni dolduran ışığın anlamını bütün olarak algılamaz. Algılayamaz. Işığın her tür biçimselliğinin içindeki gizleri çözemez. Işık kendisi bir yaşamsal alan gibidir. Biz bir çok yaşamsal olayın fotografisine baktığımızda bir ışık, renk tayfı görürüz. Oysaki algı biçimimize aykırı bir şekilde orada yaşamsal bir olay vardır. Biz onun resmini farklı bir boyutta, farklı bir algıda görürüz.




Bu bir kasırganın fotoğrafıdır. İlk görülen ve algılanan şey renk tayfı bir resimdir. Oysa kasırganın enerji boyutundaki resmidir görünen. Şimdi bu fotoğrafa iyi bakalım. Renklerin dili bize bir şeyler söyleyecektir. Merkez kırmızı, yoğun bir enerjiyi temsil eder. Kenarlarındaki sarı daha düşük bir enerjiyi, daha dış kısımlardaki yeşil daha zayıf etkileri temsil eder. Fotoğraf ABD yakınlarındaki bir kasırganın resmidir. Şimdi aynı kasırganın normal fotoğrafına bakalım.




 
Bu fotoğrafa baktığımızda görünen resimden algımıza normal algıladığımız tarzda bilgiler gelir ve biz bunun ne olduğunu kolayca biliriz. Fakat aynı resmin kızıl kamera, spektral yöntemle çekilen bir fotoğrafına bakınca bu algılananları algılayamayız.



Bu anlamda evren içinde her noktada mevcut olan ve kendi saltanatını sürdüren enerjinin, algılanma biçimleri acısından çok farklılık gösterir. Kullandığımız teknolojilerin bize söylemeye çalıştığı bilgileri doğru okumak zorundayız. Bir bakış acısından baktığımızda başka görünebilen bir olgunun başka bir yöntemle de başka bir bilgi içermesi mümkündür. Bunu şöyle de ifade etmek mümkün. Her görünen bir resmin başka bir görüngüsü de vardır. Bakışım farkları bilgi edinme, edinilen bilgilerin farklılıklarını da bize söylemektedir. Bu bakımdan her bilginin bilinen ve bilinmeyen bir boyutunun olduğunu görürüz

AKLIN ÖTESİNE ÖNERMELER



Akıl kendi ürettiği bilgi işleme mekanizmalarını da kullanarak bilimsel bilgi işlemede giderek uzmanlaşmış durumda. LHC CERN parçacık hızlandırıcısındaki deneylerden ve gelişmiş uydularımızdan everen içine giderek daha derin ve anlamlı bakışımıza kadar, bir dizi insansal çabalarımız bize yeni ufuklar açacaktır. Bu ufuklarla giderek tanrıyı ararken ve tanrısallaşarak yola devam etmekteyiz.




İnsanlığın Tanrıya ihtiyaç duyduğu yıllar boyunca, insanlık yeryüzünde kendi çaresizliğinde, tanrının korumasında ve ufkunda onun varlığının rahatlığını yaşamıştır. Ama bu gün tanrıya isyan eden bir insanlık, daha fazla bilgili ama bir o kadar da kendi başına kalmış hissi ile yaşar. İnancın doğasından dolayı olsa gerek bugün evrenin derinliklerine doğru baktıkça yeryüzü de gözümüze küçük gelmeye başladı. Ay ve diğer sayısız yolculuklardan sonra sıra mars’ a geldi. Gerçi teknoloji ile gitmeden de gitmiş gibi inceleme yapıyoruz. Mars ‘a inen ilk featfander aracından sonra bir dizi yenileri gitti sıra insanlı bir araca geldi.



İnsanoğlu tanrıyı giderek daha uzaklarda arıyor ama onu bir türlü bulamadığı içinde sinirleniyor sanki. Oysa onu söyle bir el uzatmada bulmuş olsa idi ruhu dinlenecekti. Daha fazla çabaya gerek kalmadan onu bulmuş olsa idi, geri kalan işleri ona vererek gel keyfim diyecekti.



Oysa evrenin büyüklüğünün yanında yaptığımız keşifler noktasal bir ilerleme tarzında olduğunu anladığımız da, bu işin öyle kolay bir şey olmadığını da anlamış olduk. Mikro ve makro boyutta fizik alanına gelen yeni fikir ve bilgiler sayesinde giderek boğulur olduk. Her bilgi bizi bildiklerimizi yeniden sorgular hale getiriyor.



Bilinenlerden bilinmeyene doğru olan bu bilgi yolculuğunda her dönemde yeni bir bakış açısını yakalamak mümkün olacak. Bu yeni bakış acısı ile algımızı derinleştirip, yaşadığımız dünya ve evreni daha iyi anlayacağız. Bugün anladığımızın çok ötesindeki bir anlamda, bir yorumda anlayacağız.



İnsanlık bu düzeydeki bir noktadan sonra, bugün kullandığı teknoloji üretme biçimlerinde de bugün için imkansız görünen bir çok yeni alet ve gereç üretmeyi başaracaktır. Bugün için en heyecanla beklenen zaman makinesi ve zamandaki yolculuk, bu teknolojiye zemin üretecek bir dizi başka mekanizasyon üretimi ile ulaşılacak bir devrimsel süreçte bu teknoloji üretilmesi mümkün olacak. Benim en büyük hayalim kişisel uzay gemilerinin yapılacağını en azından biliyorum ve beklemekteyim. Şöyle Ay semalarında dolaşıp bir bardak rakı veya viski içmek ne de hoş olurdu.



Yüzyıllar önce ilk tekerlek icat edildikten ve bunun üzerine buhar güçünün kullanımı ile başlayan yolculuk bizi bugün bu tarz düşünceleri de düşünmemizi sağlıyor. Bu nedenle her gelişmeden sonra oluşacak yeni bir sürecin neleri getireceğini öngörmek bazen çok zor. Oysa binlerce yıllık insanlığın bugünün teknolojisinden uzakta nasıl bir tarih yazdığını düşünürsek sanırım demek istediklerim biraz daha iyi anlaşılır. 20. yy bizi önü acık bir gelişim içine öyle soktu ki; bugün nerede ve nelerin sınırında duracağımızı bilemiyoruz. İnsanlık bütün çağlardan bugüne kat ettiği gelişmeyi neredeyse son yarım yüz yıl gibi bir zamanda katlamış durumda.



Geçmişte insanlık bu derece bir gelişme sağlamış olabilir mi bilemiyorum? Ama bunun ciddi kanıtları dünyada pek bulunmuyor. Dolayısı ile bu olasılık biraz yok gibi. diğer yandan eğer böyle bir gelişmişlik oldu ise o dönem insanlar dünyayı terk etmiş olmalılar. Dünyada çok farklı bir ekolojik ve coğrafi değişiklik ile o günün izleri yok olmuş olmalı. Tam bu sırada Atlantis hikayeleri akla geliyor. Atlantis üzerinde yapılan bir dizi çalışmalarda bugün bir gerçeklik sergiler ve bizim ufkumuzu değiştiren bir boyut sağlamadığı için bu konuda bir tahmin bir beklenti içinde olmaya devam edeceğe benziyoruz.