23 Haziran 2009 Salı

FARKINDALIK



FARKINDALIK


Farkındalık günümüzde oldukça önem kazanan bir terminoloji oldu. Farkındalığın Işığı JIDDHU KRISHNAMURTI nın kitabı ile gündem yaratmış olmakla birlikte bir çok alanda kendine zemin bulmuştur. NİL GÜN kuraldışı yayınlarından çıkan kitabında “Yaşamı harikulade bir serüven kılmak için farkındalık gerekli.

Bir fabrika sahibi, fabrikada çok değerli saatini kaybediyor. Bulana ödüller vaat ediyor. Ertesi gün fabrikaya küçük bir çocuk geliyor. “Saatinizi bulabilirim” diyor. Patron, “Oğlum bu kadar işin arasında bir de seni ayak altında istemiyorum. Fabrikanın üretimine mani olursun. Birkaç gün sonra herkes gittiğinde fabrikaya gel ve ödülü kazan.” Birkaç gün sonra çocuk fabrikaya geliyor. Fabrika sessiz, herkes evine gitmiş. Çocuk patronun saatini kaybettiği katta biraz dolaşıyor ve on dakika sonra saatle geri dönüyor. Patron şaşkın vaziyette çocuğa saati bulmayı nasıl başardığını soruyor. “Kaç gündür herkes bu saati aradı. Sen nasıl çabucak buldun?” diyor. Çocuk yanıtı veriyor: “Sadece saatin tik taklarını dinledim.”

Çoğunlukla hepimiz günlük yaşamın gürültüsüyle öyle meşgulüz ki, etrafımızdaki olanakların tik taklarını duymayız bile. Tıpkı kendi özdeğerimizin tik taklarını duyamadığımız gibi. Farkındalık, etrafımızda olan bitene dikkat edebilmektir”.

Farkındalık bütün bilimlerin yaklaşım biçimine büyük katkı sağlamıştır. Peki bu katkı özde kaynağını nereden beslemektedir. Bu tamamı ile fizik biliminde felsefi çıkış ve yeni bir yaklaşım yollarının kattığı algı genişlemesi ile beslenmektedir.

Günümüzün modern bilimi varlığın bölünmez bütünsel bir tekillik olduğunu kabul etmektedir. Her nesnenin hem parçacık hem dalga oluşu, kendi başına, her üç varsayımı sorgulamanın ilk adımını oluşturmuştur. Doğayı kesin ve determinist bir yaklaşımla anlamak mümkün değildir. Çünkü doğada kesikli değişimler ve belirsizlik içeren bir karmaşa vardır. Ancak, bu karmaşa nesnelerin ve olayların dış görünüşü ile ilgilidir. Dış görünüşte görelilik vardır. Fakat insan, bir tin beden bütünlüğü olduğuna göre sadece doğayı değil, aynı zamanda kendini ve kendi kaynağını da anlama gayreti içindedir. Kendini anlamak ise doğayı anlamaktan daha zor ve daha çetin bir uğraştır. Bu uğraşa bir ad koymak gerekirse kısaca “Farkındalık” demeyi uygun görüyorum. Farkındalık bir bakıma, kaynağa ulaşma çabasıdır.

Günümüzün matematiksel temelleri ile dünyaya yaptığımız bakış bize gerçeğin resmini matematiksel resimlerle sunar. Bu durum algımızda gerçeğin algılanış biçimini de baştan belirler ve şekiller. Dolayısı ile gerçek, aslında insan zihnin biçimlemesinin bir örneği, bir resmi olmanın yanında varlığın algılanışına biçimsel zemin oluşturur.

Bilimin gelişiminde karşımıza çıkan her engel, olaya (sorunsal olan bilinmeyene), duruma bakışımızda bir şeylerin değişmesini gerekli kılmıştır. Dönemsel algı genişlemesi ve değişimlerinde bakışımızdaki farklılıkları yakaladığımızda gerçeğin resmi biraz daha değişmiş kimi zaman gelişmiş ama genelde tümden değişmiştir. Bütün bu süreçlerde olup biten belkide farkındalığın artışı ve gelişiminden başka bir şey değildi.

“Kuantum kuramının getirmiş olduğu yeni bakış açısı klasik fizik kavramlarına ters düşen bir yaklaşım içerir. Bu yeni bakış açısı yeni bir paradigma olarak görülmelidir. Yeni paradigmalar ise ancak eski paradigmaların geçersiz veya yetersiz oldukları durumlarda ortaya çıkarlar. Eski (klasik fizik dünya görüşü) paradigmaları hangi noktalarda yetersiz kalmıştır? Bu soruyu yanıtlamak için 18 ve 19. yüzyıllarda ortaya atılan birtakım varsayımlara bakmak gerekir. Bu varsayımlar sanki birer “evrensel gerçek” veya “tartışmasız kabul edilmesi gereken ilke” oldukları inancı içinde tüm dünyada ve özellikle bilim çevrelerinde kabul görmüşlerdir. Esas itibariyle 4 adet temel varsayım vardır. 1. Nesnellik (objectivity), 2. Pozitifçilik (pozitivism), 3. Yerellik (locality) ve 4. İndirgeyicilik (reductionizm).

Nesnellik: Evrenin birbirlerinden kopuk nesnelerden oluşmuş olduğu varsayımı. Böylece nesneleri çevrelerinden yalıtıp inceleyerek özelliklerini belirlemenin mümkün olduğu inancı.

Pozitiflik: Evrenin ölçülebilir olduğu varsayımı. Böylece her türlü bilimsel yaklaşımın sayılara dökülerek ifade edilebileceği inancı.

Yerellik: Etkileşimlerin sadece yerel nedenlere dayalı oldukları varsayımı. Böylece uzaktan ve anında etkilerin bulunamayacağı inancı.

İndirgeyicilik: Nesneleri anlamak için onları bölüp parçalamanın gerekli olduğu varsayımı. Böylece en temel yapı taşlarına ulaşılabileceği inancı.

Günümüzde tüm bilimsel çabalar bu dört varsayıma dayanarak sürdürülüyor. Bu yaklaşım teknik ve teknolojinin gelişmesinde büyük yarar sağlamıştır. Bu yarara bakarak bilim çevrelerinde büyük bir özgüven gelişmiş ve bu varsayımlar tartışılmaz tabulara dönüşmüşlerdir.Oysa ki tüm çabalara rağmen ve elde edilmiş birçok başarıya rağmen bu varsayımların geçersiz olduklarını ileri süren bir fizik kuramı gelişmiş ve deneysel olarak da doğruluğu defalarca kanıtlanmıştır. Bu kuram Kuantum Kuramıdır. Bu kurama göre yukarda belirtilen 4 varsayımın her biri tartışılır hale gelmiştir. Nesnellik varsayımı Kuantum kuramında geçerli değildir. Her nesne aynı zamanda dalgasal bir yapı olduğundan artık birbirlerinden kopuk ve bağımsız nesnelerden söz edilemez.

Pozitiflik varsayımı da tartışma konusudur. Kuantum kuramına göre gözleyen ve gözlenen birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Bu etkileşim bağımsız ölçüm yapmayı da şüpheli hale dönüştürmüştür. Mikro alemde ölçüm yaparken ölçülen nesne özellik değiştirmekte ve bu bakımdan ele geçen veriler o nesneyi tanımlamakta yetersiz kalmaktadırlar. Aynı sorunla insan-insan ilişkilerinde de karşılaşıyoruz.

Yerellik varsayımı Newton fiziğinde de yoktur. Kuvvetler uzaktan ve anında etki edebilmektedirler. Daha sonra Einstein ışık hızının bir üst limit hız olduğunu iddia ederek yerellik varsayımını güçlendirmiştir. Ancak etkilerin ışık hızından daha yüksek hızlarda oluşabileceği ve bütünsel ilişkilerin bulunabileceği Kuantum kuramı tarafından ileri sürülmüş ve deneylerle kanıtlanmıştır. Bu kurama göre “Eğer bir yapı başlangıçta bir bütün oluşturmuş ise, o yapıyı parçalasanız dahi parçalar arasında etkileşim yerel olmayan bir biçimde devam eder.” Bu görüş hem nesnellik varsayımını hem de yerellik varsayımını yıkmaktadır.

Böylece son varsayım olan indirgeyicilik varsayımı da yıkılmaktadır. Çünkü bir bütün istendiği kadar parçalara bölünüp indirgensin yine de parçalar arası iletişim, ışık hızından daha hızlı bir şekilde gerçekleşmeye devam etmektedir. Bu durumda artık eski varsayımlar yetersiz kalmakta olup yeni bir dünya görüşünün gerekli olduğu ortaya çıkmaktadır. Zaten günümüzde var olan dünya sorunları göz önüne alındığında yeni bir paradigmanın gerekli olduğu da kaçınılmaz olarak belirmektedir. Sorunun temelinde yatan bizim ikilemli dünya görüşümüzdür.

Modern bilim kuramlarının getirdiği farklı görüşlerin yerleşmesi için klasik yapının bozulması gerekir. Bu durum Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın meşhur ettiği “Yapı bozumculuğu” kavramı ile ilgilidir.

“Yapı bozumculuğu” yıkım değildir, analiz hiç değildir. Daha çok batı düşünce sisteminin klasik kavramlarını yeniden ve güncel bilimin ışığı altında yorumlamak için başvurulan bir bakıştır.

Bu bakımdan hem Aristo mantığının kabullerini hem de batı felsefesinin temel varsayımlarını yeniden yapılandırmak gerekmektedir. Derrida’nın esas saldırı hedefi ikili (karşıt) kavramlardır. Kuantum kuramının yaklaşımı, Aristo mantığının ikili yaklaşımının yetersiz olduğu göstermiştir. Kuantum kuramının yeni yaklaşımında şu tercihler öncelik kazanıyor

- Gözlem yerine katılım,
- Anlamsız yerine anlam,
- Bağımsız yerine bütünsel,
- Nesne yerine enerji

Kuantum fiziğinin getirdiği yenilikler düşün alanımızı yeniden yapılamakla kalmayıp, yeni yaratma biçimlerimize de damga vurur hale gelmiştir. Günümüzde bilimsel yarı-bilimsel nitelikteki her türlü literatür çalışmasında kendini göstermektedir. Her yazar kuantum kelimesinin anlamsal boyutuna katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Bu çalışmalar çoğu zaman gerçek anlamın merkezini onun tanımsızlık alanına bile çekebilecek kadar da ileri gittiği durumlar olsa da, popilist yazarlarımızın bilimsel düşünce sistemlerine katkısı olabilmektedir.

Kuantum Sıçraması Ferhan Efeçınar ‘ın SİSTEM YAYINCILIK tan çıkan bir kitabı. İpnoz teknikleri üzerine çalışan bir psikolog arkadaşımın ısrarları neticesinde alıp da okuduğum bir kitap.

“YAŞAMINIZDA KUANTUM SIÇRAMASI YAPIN“Bir insan kendini adadığında ilahi takdir de o yönde hareket edecektir. Tüm olaylar diğer bir olayı desteklemek için oluşur ve aksi takdirde hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Bir akarsu boyunca oluşan tüm olaylar sadece bir karardan doğar. Hiçbir insanın hayal edemeyeceği tüm umulmadık durumlar, oluşumlar ve maddi destek bu şekilde elde edilebilir. Elinizden geleni ve hayal edebileceğiniz her şeyi yapmaya hemen başlayın. Cesaret; deha, güç ve büyüyü de içinde saklar. Şimdi başlayın.” -Goethe-Yaşam elinizin altından kum taneleri gibi kayıp giderken, siz bu arada ne yapıyorsunuz? Hala nefes alıyorsanız “Hiçbir şey için geç değil.” Yaşamınızı yeniden yapılandırabilmek için vaktiniz ve olanaklarınız var. Bunu bir düşünün, bundan 10 sene sonra “Keşke daha önce yaşantımı değiştirebilseydim” demeyin. Problemlerinizi çözebilmeniz, kendinizi geliştirip değiştirebilmeniz için yazılan bu kitap sayesinde, kendi düşünce yapılarınızı, bu düşünceler doğrultusunda nasıl bir hayat sürdürdüğünüzü göreceksiniz. Hedeflerinize ulaşma doğrultusunda bu güne kadar kullandığınız düşünce sistemlerini değiştirip, yeni bir rota belirleyeceksiniz. “Yaşamı Başarmak” bir sanattır ve her sanat eserini ortaya koyan sanatçı gibi hepimizin bazı materyallere ihtiyacı vardır. Bu güne kadar bu materyaller hakkında belki pek çok şey okudunuz, üzerine düşündünüz ama yaşamınıza geçiremediniz. Yaşam teorik bilgilerden oluşsaydı, yaşam olmazdı. Yaşamın doğası bilginin pratiğe geçmiş halidir. Bu kitap sizlere, yaşamlarınızda nasıl “Kuantum Sıçraması” yapabileceğinizi gösterecektir. Bu sayede mucizeleri yaratan zihninizin gücünü fark edecek ve yeni bir yaşama sahip olabileceksiniz “

Literatür açısından kuantum artık hayatımızın bir parçasını, dilimizin sık ifade edilen kelimeleri içinde yerini oluşturmuştur. Farkındalık, bilginin zihnimizde bizi algılama boyutumuzu genişlettiği ölçüde artan ve edinilen her bilgi ile bakışımız ve yorumumuzdaki farklılık ile ortaya çıkan gözlemdir.

Evet farkındalık ve gözlem. İçimize ve çevremize bakabildiğimiz ve bu bakışımızla bize akan enformasyon (information) yada bilgiyi alabilme biçimimizi de bizim farkındalığımızın ölçüsünü belirler. İnsan beynindeki zihinsel uslama olaylarının boyutunu değiştiren farkındalığın gelişimi gözlemin bilgi ile olan ilintisinde ortaya cıkan yeni bir termolojik betimleme, algılama biçimidir.

Algımızdaki bu biçimsel derinlik gelecek için bize katacağı şey yeryüzünde varlığımızın anlamını anlamada ve yerimizin değerini kavramada katkısı olacağı kesin. Ama daha fazla bir öteleme yaparsak, farkındalığımızın artmasında neleri kazanırız. Bu bugün için insan olmamızın anlamsallığı ile pekişirken, insanın dışındaki dünya ile ilgili bilgi edinmemizi artırarak insanın dışındaki varlıksal yapı ile iletişim oluşturacaktır. Bu iletişim insanın duyusal gelişimim biçimi gibi algılanabilir. Bu gelişimde daha önce dışarladığımız ve varlığını önemsemediğimiz her şey bize yakınlaşacak ve giderek bütünleşecek. Bu bütünleşmede her olgunun oluşunda topyekün etki unsuru oluşturan her şeyin katkısının varlığının algılanışı ile birlikteliğinin anlamlarını göreceğiz.

Bu boyutta artık farkındalık bizi içsel zenginlik ve içsel büyüklük mertebesinde, sevgi gibi doğanın kendi içinde var olan öz de temel unsurların içinde yeniden farklı bir insan olarak yoğuracaktır. Beklide Nietzsche anısına buna üst insan demem gerekli. Geothe nin insan kişiliği insan düşüncesinin donuk halidir sözü ile zihnimin dalaştığı günlerde, insanların düşün alanı ile yüzlerindeki pek fark edilmeyen ama detaylarda gizlenen özel farkları görmeye başlayınca, farkındalığın bize katacağı zenginlikleri daha iyi anlar olmuştum.

Farkındayım, farkında olmadıklarımın da farkındayım. Anlamlandıramadıklarımın da farkındayım. Ama bunun ifade ediliş biçiminde sıkıntılar olduğunu takdir edersiniz. Her gün aynı anda sosyal yapı içinde binlerce data, information olduğunu ve bunlardan aynı anda iki tanesini kontrol edebileceğinizi düşünün sonra yetisel olarak giderek üç, dört, beş ve altı. Bu türlü bir çalışma giderek çok kısa süreli olgular ve oluşlar üzerine dikkatinizi verip bir başkasına da yine kısa süreli göz atma biçiminde seyreder. Bu yöntemle olgular ve oluşlardaki anlık değişimleri izleme imkanı doğar. Bunu beynimiz belli bir süreden sonra refleks haline getirip doğal bir biçimde otomatlaştırabilir.

Sonuçta giderek artan bu gözlemsellik bizim çevrede olup biteni anlık kaydetmemiz durumuna gelir ki, bu da gözlemselliğin maksimum noktasında dikkatli bir biçimde değişimin incelenmesi anlamını taşır. İşte bu olay tam anlamıyla fakındalığın daha da arttığı bir durumdur. Bu tarz gözlemselliği daha da arttığınız zaman, an içindeki tüm olaylarla beraber varsınız anlamında bir hisle tüm süreçlere tanıklık eden bir bilgelikle, olayların akışındaki ilintilerini ve nedenselliğini gözlemlemiş olmakla birlikte artık belli bir aralıkta durumu tespit edilen olayın fonksiyonel olarak ilerlemesi hakkında bir çıkarsamaya zihinsel olarak çok çabuk ulaşabiliriz. Bu çıkarsama insanın bilinç altındaki yıllardır biriktirdiği sezgi kavramı ile örtüşür ki bu anlamda burada gözlemlediğimiz şekli ile geleceği öndelemek, görmek anlamlarında farkındalık boyutuna gider. Farkındalığın bu derece de artışı insan zihninin zamansızlaşan bilgi ağları ile bilgi işlemesini sağlar ki, bu tamı tamına bir bilimsel ve gerçek bilgelik noktasıdır. Bu olay aslında hayatın gizine ve sırlarına giden yoldur.

Hiç yorum yok: